12 Mayıs 2010 Çarşamba

Kuşumla Büyük Aşk Yaşıyoruz

Cici kuşumla büyük aşk yaşıyoruz. Şu anda elime saldırıyor. Zaten bilgisayara bayılıyor. Gerçi klavyedeki harfleri koparmaya ve ekranı yemeye çalışsa da aynadan sonra en çok sevdiği şey.
Cici kuş dedikten sonra “aşkım” ve “öpücük” demeye de başladı. Bugünden itibaren “şampiyon cicikuş” demeyi öğretmeye başladım. 2 güne “şampiyon cicikuş” demeye de başlar.
Bizi delicesine karşılıksız seviyor. Hele benim peşimi hiç bırakmıyor. Akşam çay yapmaya mutfağa gittim peşimden, mert dişlerini fırçalamak için banyoya gitti peşinden. Utanmasa bizimle yatağa girecek. Akşam yatacağımızı anlayınca hemen aynanın üstüne konuyor. Oradan da yastığa geliyor.
Şu an ekrana bakıp “cici kuş” diye bağırıyor.

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Happily Ever After!?



Bu videoyu takip ettiğim bloglardan Ayse's World de izlemiştim. Akşam Mert'e de seyrettirdim. O da çok beğendi. Sen de bloguna koysana dedi. Ben de blogumda paylaşmaya karar verdim.

9 Mayıs 2010 Pazar

Aaannnnnnneeeemmmm....



Anneciğim seni çok seviyorum.
Anneler günün kutlu olsun.
Bütün annelerin bu güzel günü kutlu olsun..

5 Mayıs 2010 Çarşamba

Bugün Hıdrellez

Batıl mıdır bilmem ama hayatta en çok inandığım mittir hıdrellez. Küçükken annemle apartmanın bahçesinde gül ağacını altına usulca çekilir bu akşam dileklerimizi dilerdik. O zamandan beri bütün dileklerim gerçek oldu. Ayıptır söylemesi annemle araba istedik arabamız oldu, yazlık istedik yazlığımız oldu. Her yıl aksatmadan 5 Mayıs akşamı gül ağacının dibinde küçük şekiller çizerek dilerim dileklerimi. Son 2 yıldır ayrıca küçük kağıtlara resimler çizip toprağa da gömüyorum. Bir de uğur parası geleneği vardır. O gece dileğini dilerken toprağa para gömersin sabah o parayı alıp cüzdanına koyarsan, cüzdanının bereketi bol olur. Bunu her sene yaptığımdan mıdır bilmem cüzdanım her zaman dolu olur.


Gelelim bugün tarihçesine; bolluk bereketi simgeleyen ölümsüz kişi Hızır bugün bolluk ve bereket dağıtmak için dünyaya iner ve bu akşam dillenen dilekleri gerçekleştirir. Gül ağaçlarından dilekleri topladığına inanılır ve bu yüzden herkes Hızır dileğini bulsun diye gül ağacına bırakır. (bunlar tamamen annemden duyduklarım.)

Ayrıca günümüzde Ahırkapı’da Hıdrellez şenlikleri yapılmaktadır. Burada bu şenliklerle ilgili bilgiler veriliyor.

Bu akşamı atlamayın. Ben şimdiden dileklerimi düşünmeye başladım. Bahçedeki gül ağacını da teftiş ettim. Akşama hazırım. Dileklerimin resimlerini ufak bi kağıda çizeceğim ve gerçek olması için bekleyeceğim.

26 Nisan 2010 Pazartesi

Şimdi Çilek Zamanı

Pazara giderken kendime dedim ki Fuli kendine hakim ol çok çilek alma. Bildiğiniz gibi çilek bekleyince hemen bozuluyo o yüzden günlük taze taze alırım diye düşündüm. Ama tabi ki dayanamadım. Totalde 3 kilo aldım. Küçük tarla çileklerini ayıklayıp, temizleyip reçel yapması için ananeme bıraktım. Gerçi ayıklarken kendimi tutamayıp, bi kaç tane çilek attım ağzıma (aslında bi kaç tanede fazla) Kendisinin sihirli elleri var dokunduğu her şeye lezzet katıyor. Yarın gidip reçelimi alıcam. 1 kilodan 3 kavanoz çıkar dedi. Bizim evde reçel bayramı olacak :))
Pazardan gelirken marketten kremşanti ve süt aldım. Aklımdan neler geçtiğini anlamışsınızdır. Ananemden geldikten sonra hemen kalan çileklerimden bir kısmını yıkadım ayıkladım. Şantimi de hazırlayıp, karıştırıp afiyetle yedik.

23 Nisan 2010 Cuma

Yaşasın Çocuk Olmak

Bugün çocuk bayramı. Artık koca adamlar olduk ama sonuçta bayram sevinmek için neden arayan bizlere bir neden işte. Öncelikle çocuklarımızın bayramını kutlayayım.
Bugün annemlerle ufak bir kaçamak yaptık ve adaya (Büyükada)gittik. Annem Aya Yorgi’ye gitmeye pek meraklıydı ama benim o yokuşu çıkmaya hiç niyetim yoktu. O yüzden bizde azıcık yürüyüp Kahve Dünyası’na oturduk. Kahve Dünyası’nın yeri süper. Bütün İstanbul ayaklarının altında. 23 Nisan sebebiyle biraz kalabalık olsa burada oturup kahve keyfimizi yaptık. Sonra da tarihi Poniki dondurmacısından dondurma yemek için yarım saat sıra bekledikten sonra dondurmamızın tadını çıkararak yedik. Yazı ve dondurmaya çok seviyorum.
Yaşasın ilkbahar, yaşasın dondurma, yaşasın çocuk olmak

21 Nisan 2010 Çarşamba

Hello Hillside

Bugün Hillside Beach Club’ta sezonun ilk günü. İçerde tatlı bir telaş var. Resepsiyon ilk check-in’lerini almak için sabırsız. Gr’da farklı bir heyecan var. Şef ve ekibi bütün hünerlerini konuşturmuşlar ana restorandan harika kokular geliyor. O da ne Pool Bar ekibi harika kokteyller yapmak için hazırlanıyorlar. Animasyon ekibi her zamanki gibi kocaman bir gülümsemeyle yeni sezonu karşılıyorlar. Housekeeping panik halinde odalar hazır değil. Herkes koşuşturma halinde Selma Hanım günlerdir uyumamış. (hala Selma Hanım HK’da mı bilmiyorum.)
Bugün sezonun ilk günü. Günler geçtikçe misafirler artacak, telaş artacak, dostluklar artacak.
Güzel bir sezon diliyorum Hillside.

18 Nisan 2010 Pazar

Dr. Oetker Milkshake

Yaşasın çilek çıkmaya başladı. Tezgahlar mis gibi çilek kokuyor. Dün marketten alışverişimi yapmış çıkarken kasanın önüne konmuş Milkshake’leri gördüm. 2 tane çikolatalı, 2 tane de çilekli aldım. Muzlusu da vardı ama onu sonra alırım dedim. Çıktım marketten istasyonun önünde çilek satıyorlardı. Dayanamadım 1 kilo da çilek aldım. Akşam milkshake yaparken içine 5-6 tanede çilek kattım. Süper bir lezzet. Çikolatanın lezzeti ile çileğin tadı birleşince nasıl bir harika oluşuyor hepimiz biliriz. Bu da yapımı kolay farklı lezzet.
Mert çikolatalı değil, çilekli milkshake istedi ona da taze çilekli milksake yaptım. İkimiz de zevkten dört köşe içeceklerimizi içtik hatta birbirimizinkine saldırdık.
Kesinlikle denemenizi tavsiye ederim. Hazır çilek zamanıyken bu fırsatı kaçırmayın.

16 Nisan 2010 Cuma

Mucizevi Bitki SARI KANTARON

Onunla Maranki ve Hande sayesinde tanıştım. Maranki o dönem sabah programlarında bitkilerin şifalarını anlatıyordu. TV dinlemiştim ama aktara gidip almaya hiç niyetlenmedim. O hafta sonu Suat’lara kahvaltıya gittiğimizde Hande çocuk sonrası sıkıntılarından bahsetti. Sonuçta insanın hayatı değişiyor. Önceden bir tek kendini düşünürken şimdi sana muhtaç olan biri var ve kendini ona göre ayarlıyorsun. Emzirdiği için doğal yöntemleri aratırmış. Maranki’ye sarmış durumdaydı. Bana sarı kantaron içtiğini sıkıntıya, uykusuzluğa çok iyi geldiğini söyledi. O dönem de ben geceleri düşünmekten, kurmaktan uyuyamıyordum. Sen de 3, ben diyim 4’e kadar yatakta dön sola, dön sağa.
Hande o gün bana bi avuç sarı kantaron verdi deneyeyim diye. İlk akşam içtikten yarım saat sonra uyudum. Sonra uykum düzene girdi. Kaygılanmalarım, sıkıntılar hepsi zamanla geçti ve kantaronun mucizevi bi bitki olduğuna inanmaya başladım. Artık eşe dosta, uyuyamayana sıkıntısı olana, marketteki teyzeye kadar tavsiye ediyorum. Yatmadan önce kaynamış suya 1 tatlı kaşığından az koyuyorsunuz bir çubukta tarçın atın. Tamam işte budur. Geçenlerde markette gördüm artık poşet çay gibide satılıyor ama aktardan aldığım otun tadı daha yoğundu ben o yüzden aktardan aldığımı içmeye devam ediyorum. Ama siz aktara gidemem diyosanız bazı marketlerde poşet çay olarak da satılıyor.
P.S: mert aktardan kantaron alırken adam mert’e "Allah maranki’den razı olsun, o televizyona çıktıkça işlerimiz açılıyor." demiş.

20 Mart 2010 Cumartesi

Marifetimi Konuşturdum

Sıkıldığım zaman blog sayfamdan “sonraki blog” ile diğer blog sayfalarını geziyorum. Ne kadar çok yemek üzerine blog var. Marifetli Türk hanımları hünerlerini sergileyip, tariflerini paylaşıyorlar. Eskiden gazeteler yemek kitapçıkları verirdi. İlk başlarda kupon toplanırdı. 5 saati tarifleri, et yemeği tarifleri annem zamanında çok toplayıp almış. Daha sonra hafta sonları küçük buklet şeklinde vermeye başlamışlardı. Hatırlıyorum bizim büfede bi çekmece bu kitapçıklardan var ama sorun annem kaç kere yapmış. Yaptığı kesin sonuç aldığı iki- üç tarif var hep onları yapar. Şimdi öylemi hiç kitap karıştırmaya gerek yok. İnternette çeşit çeşit tarifler var. Seç beğen al. Türk bayanlarını marifetlerinden dolayı tebrik ediyorum. Yapıp yemekle kalmayıp, güzel güzel resimlerini de paylaşıyorlar internette. Emine Beder kıskanıyordur onları :))

Bende bugün tuzlu kurabiye yaptım. Ne zaman bi şey yapayım resmini çeker bloguma koyarım desem ya yanıyo, ya dibi tutuyo, bişi bişi oluyor. Pazar günü evde bayılmışken yeriz diye tuzlu kurabiye yaptım. Çok güzel olunca da hazır güzel oldu bari bloguma koyayım dedim. Canınız istediyse arayın isteyin yapmak çok kolay. Yapması, pişirmesi, dağınığı toplaması hepsi yarım saat sürmedi bile.

1 yumurta (sarı içine beyazı üstüne)
1 tatlı kaşığı tuz
1 yemek kaşığı pudra şekeri
1 tatlı kaşığı mahlep
1 çay bardağı yoğurt
Yarım paket margarin
1 çay bardağı sıvı yağ
Kabartma tozu
Un

Bütün malzemeleri kabınıza koyun. Unu azar azar ekleyip kulak memesi kıvamına getirin. Bu kadar. Üstüne yumurtanın beyazını sürdükten sonra ister susam, ister çörek otu ne isterseniz koyun.
Çok kolaymış di mi. Ay gidip bi tane daha yiyim.

19 Mart 2010 Cuma

King Julian

Sevgili Fuli;

Eğer bir günlüğüne biriyle yer değiştirme hakkın olsa kimi seçerdin?
Cevap:
Hiç düşünmeden cevap veriyorum. Madagaskar’da ilk olarak “I like to move it” şarkısıyla dans ederek karşımıza çıkan süper egolu Lemur Kral King Julian olmak isterdim.
Şu sıralar Madagaskar’daki penguenlerin Newyork Central Park Hayvanat bahçesinde geçen maceralarını izliyoruz. 10 dakikalık bölümlerden oluşan bir çizgi dizi. Ama bu dizi sayesinde King Julian’a aşık oldum.
Bu ne biçim bir ego patlaması, bu ne biçim bir özgüvendir.
Gökten mısır yağıyor. “ben yağdırdım diyor.”, şımartılma saati var, süper dans ediyor (izlediyseniz bana hak verirsiniz), ayakları çok özel “my royal feet”, ve harika bir tacı var. Skipper'la sürekli didişme halindeler.
Evet evet kesinlikle KING JULIAN olmak istiyorum. Tabi Mort ve Maurice’ siz asla olmaz.

18 Mart 2010 Perşembe

Denedim Beğendim (Eti Hoşbeş)-1




Sevgili okuyucularım (gerçi pek okuyucum yok ama neyse) sizlerle denedim beğendim yazı dizimi paylaşmaktan gurur duyuyorum.
Bu yazı dizimde deneyip beğendiğim şeyleri sizlerle paylaşmak istiyorum. Ay kendimi pek bi gurme hissettim.

İlk olarak sizlerle Mert’le severek tükettiğimiz Hoşbeş gofreti sunmak istiyorum. Mert’le Eti Hoşbeş’e takmış durumdayız. Maceraya 3 farklı lezzetle çıkan gofretimizi marketlerde çilekli, fındıklı ve vanilyalı olarak bulabilmekteyiz.
Bu lezzet için Eti’yi ve Hoşbeş ekibini kutluyorum ve başarılarının devamını diliyorum.
Vanilyalı gofret sevmeyen bana vanilyalı gofret sevdirdiniz. Tebrikler.
(bi an içimden üj bej demek geldi.)

17 Mart 2010 Çarşamba

Masumiyet Müzesi


En sonunda bitirdim.
Yazın havuz başında okumak için Nurdan’dan ödünç almıştım. İlk zamanlar heyecanla okumuştum. Büyük bi aşktı Füsun’la Kemal’in aşkı. Vay be adama nasılda seviyo derken olay bi anda sapıklığa dönüştü.

Nurdan kitabı verirken çok etkilenmişti; adam çok büyük sevmiş falan demişti. İlk başta bende öle düşündüm ama sonradan kitap bana sıkıcı gelmeye başladı. Çünkü Kemal Bey bence acilen psikologa gitmesi gereken bi sapığa dönüştü. Asıl film 54. bölümün (zaman) başında “Tam yedi yıl on ay, Çukurcuma’ya, Füsun’u görmeye akşam yemeğine gittim.” Cümlesinde koptu. Nasıl bir kişilik karşılık vermeyen evli bir kadının evine gidip, onların evinden eşyalar aşırır ki. Bence tam bir psycho yani sapık. Olay nereye bağlanacak diye ıkıla sıkıla okudum kitabı. Sonlara doğru az buçuk bi aksiyon oldu da bi seneden önce kitabı bitirebilmiş oldum.

• Hangi sapık kişilik 10 yıl boyunca 40 gün seviştiği birinin peşinden gider.
• Bir insan sadece göğüsleri dik (kitapta daha detaylı anlatıyor), tenin rengi güzel diye bir insana bu kadar aşık olur?
• Hangi hoca (Feridun) karısına aşık orta yaşlı sapık zengin akrabalarının 8 yıl boyunca karısına görmeye gelmesini bu kadar rahat karşılar?
• Aynı şekilde hangi baba??
• Kızın ne meziyetleri vardır? (sevişmek ve kuş resimleri yapmak dışında??)
• Nesibe hala ne kadar sapık bir kişiliktir. Kızının Kemal Bey’le evlenmesini istiyorsa neden 10 yıl sonra kızını ikna etmiştir. Elbette Feridun’dan daha önce boşanması için ikna edebilirdi. Bu ne kızını zengin kocaya verme aşkıdır.
• Ayrıca kitap hiç İstanbul’u falan anlatmıyor. Üç meyhane, iki restoran dışında hiç İstanbul’u anlatmadı.
• Ve sonu bu kadar kötü bağlanabilirdi. Adam müzeyi kurup, ölseydi işte. Orhan Pamuk niye kendini karıştırdı ki işe. Gereksiz olmuş.

Son cümle hakkında yorum yapmazsam ölürüm. “Herkes bilsin, çok mutlu bir hayat yaşadım.” Tabi adam sadist, mazoşist ise bu durumu mutluluk diye açıklar.

Ben yare güzel demem güzel benim olmayınca, ben yare yar demem o yare bana sarılıp yatmayınca.

Böyle evde yalnız rakı içip sarhoş olmak ve yalnız ölmek aşksa ben buna aşkta demem böyle aşkta istemem.

15 Mart 2010 Pazartesi

Bir Günde Olmaz Ama Bir Gün Böyle Olabilir

Yaz sezonun yaklaşmasıyla Mert’in “aşkım bu yaz zayıflamış olacaksın di mi?” ya da “ aşkım diyet nasıl gidiyor?” soruları başladı.


Bu gibi konular açıldığında yalan söyleyip, savunmasız kalmaktansa sessiz kalmayı tercih ediyorum. Çünkü maalesef yediğime dikkat edemiyorum dikkat etmeyi bırak kendimi durduramıyorum.

Dün gofret yedim. Akşam çöpte gofretin paketini gören kocacığım “sen bugün bensiz gofret mi yedin?” dedi. Bende sevimli sevimli yediğimi itiraf ettim. Napıyım yani 1 gofrette yememeyiyim mi?

Geçenlerde kozmetikleri koyduğum dolabı düzenlerken alınmış ve kenara konulmuş selülit kremini buldum. Her sabah sürmeye gayret ediyorum. Birazda hareket ediyorum ki krem işe yarasın. Mert nasıl gidiyo hayatım dediğinde sloganım hazır.

BİR GÜNDE OLMAZ AMA BİR GÜN OLUR.
Artık o gün ne zaman olur bilmiyorum ama inşallah hepimiz görürüz :))))

20 Şubat 2010 Cumartesi

Glee

Perşembe günü Kurtlar Vadisi’nin tekrar bölümü olduğu için ve Mert artık bu diziden sıkıldığı için kumandayı bana bıraktı.
Golden Globe ödüllerini izlerken Glee’yi duymuştum ve nasıl bi dizi olduğunu merak ediyordum. FoxLife’da ilk bölümünün Perşembe akşamı 9’da olduğu tanıtımını görünce içimden keşke Kurtlar Vadisi olmasa bunu izlerdik demiştim. Valla Star içimdeki sesi duydu (keşke başka bişey isteseydim.) Mert bana kumandayı bırakınca FoxLife’ı açtım.
İlk başta liseli gençler takılıyor işte tipik amerikan high school dizisi izlenimi verse de performanslar çok hoşumuza gitti. Özellikle performans şeklinde olması, ne biliyim okul koridorlarında atlayıp zıplayıp şarkı söylemiyorlar.Tamam ben zaten teenage dizilerini seviyorum ama Mert’te beğendi.
Hatta bölüm bittiğinde biz Türkler neden böyle şeyler yapamıyoruz diye düşündük. Adamlar entertainment konusunda gerçekten aşmışlar, bizde bir dizi bütün sezon hatta bütün yayın hayatı boyunca tek melodiyle giderken adamlar bir bölümde kaç şarkı, kaç melodi hatta kaç koreografi kullanıyor. Bakınız yaprak dökümü dizisine tamam müzikal bir diziyle karşılaştırmak haksızlık olur ama başladığı günden beri aynı şarkı, aynı melodi. Sadece aksiyona göre ritim değişiyor.
Neyse konunun özüne devam edelim. Sonra internetten izleyebileceğimiz bölümleri var mı diye bakalım dedik. (Söylemesi ayıp laptop’u TV’ye ses çıkışını 5+1’e verince TV kanallarına gerek kalmıyor.) internette kaliteli yayın bulamadık ama dizi bizi sardı. 3 bölüm daha izledik.
Glee’nin sözlük anlamı müzik korosu demekmiş. İnternette baktım şöyle bi bu sitede diziyle ilgi baya bilgi var, ben tekrar anlatmak istemedim.
Öğretmenimiz en büyük hayalini gerçekleştirmek, sahnede olmak isterken 3. bölümde "Acafellas" adında tamamı erkeklerden oluşan bir akapella vokal bir grup kuruyor. Performansları süpeerrr..

Biz izledik beğendik. Sizlere söyleyelim dilerseniz, hoşunuza giderse izlersiniz.

12 Şubat 2010 Cuma

Seni Beni Bizi Anlatıyo...



internette resim ararken bu karikatürü buldum. kurtlar vadisi'nde cevat'ı sevmesem de (herkesi yakıyodu vahşi adam) karikatür tam şu anki durumu anlatıyo o yüzden eklemek istedim.


durun durun önce kaydı yayınlaya bastım ama yazmak istediğim bişiler var....

'üniversiteyi bitiren herkes iş buluyor' diye bir şey yok ki? Bugün dünyanın en gelişmiş ülkesi Amerika'da işsizlik yüzde 9'a ulaştı.

Başkanımız her üniversite bitiren iş bulacak diye bir şey yok, Amerika'da bile işsizlik var Türkiye'de neden olmasın dedikten sonra biz gençler ağlayalım mı gülelim mi bilmiyorum. ülkenin başbakanı bile bize umut vaat edemiyoo..

3 çocuk okuyacak büyüyecek bu kadarını becerse bile nasıl istihdam edilecek???
soruyorruuummmmm!!!!!!!!

İnşallah Hayırlısı

Kaç haftadır Melike’yle Eyüp Sultan’a gitmeye niyetleniyoruz. Havalardı, hastalıklardı derken en son bugün gidebildik. Erken gidelim ki günümüz bize kalsın diye düşündük. Melike Perşembe gidelim dedi ama ben Cuma mübarek gün diye ısrar edince Cuma da karar kıldık.

Erken çıktığımız için saat 12 buçukta varmıştık. Zaten olağan Cuma cemaatinin kalabalığının dışında pek çok polis görünce tamam dedim burada bir devlet büyüğü var ama kim?? Sonra takım elbiseli önünde isimli amcalardan biri telefonla konuşurken, telefondaki kişiye “Tayip Erdoğan geldi Eyüp Sultan’dayız.” deyince yandık kızım bugün burası ana baba günü olur dedim. Bu arada Kadir Topbaş’ı da gördük o da bizim gibi insan işte :))
Melike bunun bizim için bi işaret olduğunu düşünüyor. İş için dilek dilemek için gelmiş; kim burada koskoca başbakan. Demek ki devlette büyük yerde işimiz olacak. İnşallah hayırlısıyla olur.
Neyse gelelim gezimizin asıl amacına. Namaz bitti. Türbenin önü kalabalık, sıramızı bekledik. Ayakkabılarımızı poşete koyup girdik içeri. Eyüp Sultan hazretlerinin önünde dualarımızı okuduk, bu büyük zatın yüzü suyu hürmetine Allah’tan hayırlısını istedik.
İnşallah gezimiz ikimiz içinde hayırlı işleri beraberinde getirir de, siz de onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine (insanlar muradına erince ziyaretlerine gidilip keyif çatılan sedir olarak düşünülmüş olsa gerek... )dersiniz.

9 Şubat 2010 Salı

Ojeli Tırnaklar Bakımlı Kızlar :))


Oje sürmek beni her zaman keyiflendirmiştir. Özellikle parlak ve abartı renkler kendimi enerjik hissetmeme neden olmuştur. Üniversitede sınav dönemi ders çalışırken hep fuşya, nar çiçeği yada pembe ojeler sürer öyle ders çalışırdım. Parlak parlak gördükçe hoşuma giderdi.

Çalışma hayatına girdikten sonra beyaz, ten rengi ve açık pembe tercih etmeye başladım.
Geçen gün makyaj çantamda pembe bir oje buldum. Madem evdeyim artık parlak renkler sürebilirim dedim ve bu renge aşık oldum.
PASTEL ojenin 120 numarasını herkese tavsiye ederim. Zaten Pastel marka ojeleri beğeniyordum ama bu renk kesinlikle harika…

7 Şubat 2010 Pazar

Blog Şablonu

bloguma yeni şablon yükledimmm.. oolleeeyyy.
artık daha güzel bir blogum oldu.
blog şablonu yüklemek isteyenlere bu siteyi tavsiye ederim.

http://bloggericinsablonlar.blogspot.com/

Avatar


Dün en sonunda Avatar’a gidebildik. Gitmeden önce duyduklarımdan insanların çok abarttığını düşünmüştüm ama film bittikten sonra “Bu filmse bugüne kadar izlediklerimiz hiçbir şeymiş.” dedim.
Adam ne yazmış, ne yaratmış. Na’vi ırkı süper. Valla böyle bir ırk varsa Allah’ım beni tekrar yaratırsan Na’vi olarak yarat. Öle takılıyorlar hiç maddi sıkıntı yok, kira yok, ne giysem derdi yok. Gir yapraklara kıvrıl uyu. Atla, zıpla, uç, koş.
Görsel olarak da ortamlar süper yaratılmış. Hayvanlar, çiçekler, ağaçlar adamlar üşenmemiş yeni bir gezegen kurgulamışlar. Ne yalan söyleyeyim bir ikran’ım olsun isterdim. Öle sabahtan akşama kadar dağlarda tepelerde gezerdim. Eywa’da çok iyi düşünülmüş.
Film hakkında yaz yaz bitmez ama adamlar yapmış. Biz çok etkilendik 3 boyutlu izleyin kaçırmayın derim.

Na’vi: boyları 3 metre civarında olan, atletik yapıda, mavi derili pandoralı insansılardır. Derilerinin üzerinde çizgiler ve bu çizgiler üzerinde geceleri parlayan noktacıklar vardır. Gözleri kocaman ve yeşilin bir tonu olan kedigözü gibidir. Burun kökleri de kedilerinki gibi göz civarında geniş, burna doğru daralan yapıdadır. Kulakları kedi kulağı gibidir. Kuyrukları da vardır. Kuyruklarının içinden fiber optik kablolar geçer. Üstüne binecekleri pandora atları ya da kuşlarında da bulunan, bu fiber optik kablolarla bağlanıp iletişim kurarlar. Kıyafet ve ayakkabı giymezler. Savaş ve avlanma aracı olarak ok, yay ve bıçak kullanırlar.
İkran: avatar filminde geçen kanatlı bir yaratık. konuya göre gezegendeki her avcı bir ikran seçer; eğer ikran da onu seçerse karşılıklı bağı kurarlar ve birbirinin olurlar. seçilen ikran sahibinden başka kimseyle uçmaz. öyle de birşey işte.
Toruk: ikran benzeri ama çookk daha güzel renkli ve kocaman ejder. na'vi halkı için efsanevidir çünkü toruk binicisi (toruk macto) olmak çok zordur ve tarihleri boyunca hepi topu beş (jakusully ile 6) kişi başarmıştır bu muhteşem hayvana hükmetmeyi. adı son gölge anlamına gelir ki tahminen bu canlıyla karşılaşan nice yiğitlerin gördükleri son gölge olmasındadır. canlı aircraft, mighty beast. olsa da binsek.

30 Ocak 2010 Cumartesi

SENDEN BAŞKA YOK- Marian Keyes


“Okuyucuyu aynı anda hem güldürüp hem de ağlatmak yetenek ister… Son sayfayı okuduktan sonra çok uzun bir süre hikâyeyi aklınızdan çıkaramayacaksınız.” -Heat “New York'a geri dönüp onu bulmak zorundaydım. Orada olmama ihtimali de vardı ama şansımı denemek zorundaydım çünkü tek bir şeyden emindim: Burada değildi.” Anna Walsh resmen bir harabe. Anne ve babasının Odadan İyidir diye tabir edilebilecek evinde, Dublin'i terk edip New York'a dönebilmenin hayaliyle yaşıyor. Arkadaşlarına dönmek. Dünyanın En Muhteşem İşine dönmek. Ve hepsinden ötesi, Aidan'a dönmek. Fakat ailesinin başka düşünceleri var (kendi başağrıları dışında yani). Ve sanki Aidan da onunla tekrar temasa geçmekten kaçınıyor gibi. Nedendir bilinmez! Anna'nın bu kadar çok sevdiği dünyasını ne parçalamış olabilir? Ayrıca her şeyi yeniden yerli yerine oturtacak olan kişi gerçekten de Aidan mı acaba? “Maeve Binchy'nin tahtına kurulan modern bir roman kraliçesi olan Marian Keyes, öykü anlatıcılığında son derece usta. Üslupla gerçeği birararaya getirişi, vazgeçmediği mizah ve pathos, onu tüm dünyada çoksatar listelerine taşıyor.” -Irish Independent “Marian Keyes, insana-kendini-iyi-hissettiren-kitaplar cemiyetinin kraliçesi. İnsanın içini ısıtan komedileri, onu İngiltere'nin en çıtır yazarına ve kendi kuşağının sesine dönüştürdü.” -Daily Mirror “Keyes her zamanki gibi zekâsını konuşturarak, dostluk, kıskançlık ve aşk üzerine yazıyor.” -Daily Mail “Yüksek kalite eğlence!” -Marie Claire “Keyes'in, duygusal açıdan en doyurucu hali.” -In Style “Chiclit'in tartışılmaz kraliçesinden yine muazzam bir öykü.” -Company “Eğlenceli ve komik… dokunaklı. Tahminleriniz sizi çok fena yanıltacak.” -Sun “Hızlı ve akıllı. Marian Keyes chic-lit'in hakkını veriyor.” -Metro “Keyes ender rastlanan popüler kurmaca yazarlarından çünkü karakterlerinin çoğunluğu olay örgüleri kadar güçlü ve diyalogları müthiş, ayrıca son derece de gerçekçi.” -Irish Times “Bir Marian Keyes romanı okumak en yakın, en güvenilir arkadaşınızla mutfakta hayat ve en son aşklarınız hakkında koyu bir muhabbete dalmak gibidir.” -Daily Mail

27 Ocak 2010 Çarşamba

FULİELLER :))

Akşamları çay içerken yanında bi çeşit tatlı bisküvi olsun istiyoruz. Bugün kurabiyemizi kendim yapmak istedim ve önceden bildiğim bi tarifi uygulamaya karar verdim, adına da fulieller dedim.


Malzemeler:

• 120 g yumuşak teremyağ (margarinden daha lezzetli olur diye düşündüm.)
• 1,5 su bardağı un
• 3 yemek kaşığı şeker
• 1 yumurta sarısı
• 1 paket vanilya
• 2 çay kaşığı ılık su
• Damla çikolata (ben normal çikolata alıp dilimledim :) )

1. Unu hamur yoğuracağınız kaba eleyin ve şeker ile karıştırın.
2. Bu karışıma yumuşamış yağı ilave edin ve yoğurun. Yumurta sarısı, vanilya ve ılık suyu ilave edin. Pürüzsüz bir hamur oluncaya kadar yoğurun.
3. Hamuru 0,5 cm kalınlığında açın. İstediğiniz kalıplarda şekillendirin ve damla çikolata ile süsleyin. (Kalp, çiçek ve kelebek kalıpları kullandım.)
4. Isıtılmış 175 derece fırında 10-12 dakika pişirin. Renkleri hafif pembe olmaya başlayınca çıkarın.

Afiyet olsun…

24 Ocak 2010 Pazar

Ben Nerde Yanlış Yaptım??


Son 2 aydır her gün dua ediyorum. Sadece kaliteli düzgün bir iş istiyorum. Öyle uzmanlık falan değil, sabah gideyim, akşam geleyim, bi masam olsun. En önemlisi kaliteli bi ortam olsun diye.
Duyduğum bütün duaları okuyorum. Kuantum yapıyorum, secret yapıyorum. Astrolojiye bile sardım; güya Jüpiter(kariyer gezegeni) burcuma giriyordu da kariyerimde yükselme olacaktı. Benimle aynı durumda olan bi arkadaşımla artık batıl ne varsa birbirimize söyleyip uyguluyoruz. Hele en son türbeleri gezmeye bile karar verdik. Hava güzel olsun programımızı yaptık. En son bunları konuşurken telefonda gülmeye başladım. Biz bile okumuş etmiş insanlarımız kendimizi batıla bağladık, hayat sen nelere kadirsin.

İşin tuhafı (yazının amacına geldim.) bu kadar duaya, adağa rağmen 2 ayın sonunda Cuma günü telefonum çaldı. Nerden dersiniz? REMAX’den GAYRİMENKUL DANIŞMANLIĞI için arıyorlar. Dedim yani EMLAKÇI mı, kadın bi bozuldu biz ona gayrimenkul danışmanlığı diyoruz dedi. Hem de Türkiye’nin en büyük gayrimenkul firmasıyız (Emlakçısı) dedi. Hem de evime çok yakın bi yerde PENDİK’te. Bende bu emlakçılık teklifini kibarca geri çevirdim.

Nerde yanlış yaptım bilmiyorum. Şimdi kafamda kocaman bi soru işareti var. Bu yaptıklarımda nerede yanlış yaptım da böyle oldu???????????